Rahime Sultan Camii [Sapanca-Uzunkum Köyü]:
1892 yılında Abdülmecit’in dördüncü
karısı Peruste Rahime Sultan tarafından yaptırılan Sapanca Uzunkum’da,
Uzunkum Köyü İlköğretim Okulu’nun hemen arkasında yer almaktadır. Yığma
taş, tuğla mimari usulü yapılan binanın ön cephesinde kemerli
pencereleri bulunmaktadır. 17 Ağustos depreminde zarar görmüş minaresi
yıkılmış ve daha sonra yeniden yapılmıştır. Rahime Sultan Camii
kubbelidir ve içi oymalarla süslü olup, günümüzde özgün yapısını koruyan
sayılı camiilerdendir. Camii 1967 depreminden sonra onarım görmüştür.
Ön cephede, orta pencerenin üzerinde Sultan Abdülmecit’in tuğrası
bulunmaktadır. Camiinin minberi o dönemden kalma, orijinal yapıdadır.
Camiinin içinde tezyinat bulunmamakta olup, çerçeveler içinde İslami
yazılar göze çarpmaktadır. İçinde yer alan ön cephede yer karolarının
orijinalliği de göze çarpmaktadır. Ayrıca avize ve balkonu da
orijinaldir. Sahanlıkta Osmanlıca bir kitabe bulunmaktadır. Camiinin sol
yanı mezarlıktır.
Rüstempaşa Camii [Sapanca-Merkez]:
Kanuni Sultan Süleyman zamanında on
beş sene sadrazamlık yapan eski Osmanlı vezirlerinden Rüstem Paşa’nın
adını taşıyan camii, 1550-1560 yılları arasında Mimar Sinan tarafından
yapılmıştır. Mimar Sinan’ın, Sadrazam Rüstem Paşa için, Sapanca’da inşa
ettiği camii, imaret, hamam ve kervansaraydan oluşan külliye,
XVI.yüzyılın günümüze gelmeyen önemli eserlerindendir. Camii zamanla
değişikliğe uğramış ve Rumi 1146’da ikinci defa inşa edilmiştir.
Rüstempaşa Camii’nin üstü ahşap çatı ve kiremit ile örtülüdür. Camiinin
yan cephesindeki yeni yazılı kitabede “Rüstempaşa Camii Yapım Tarihi
1554” ibaresi bulunmaktadır. Camiinin duvarları alçaktır. Kerpiç-ahşap
karışımı bir binadır. Camiinin toplam arsa alanı 750 m² olup, iç alanı
250 m²’dir ve kapasitesi 1.200 kişidir.
Şeyh Müslihiddin Camii [Kaynarca]:
Şeyhler’de yer alan en önemli tarihi
eser bugünkü adıyla Büyük Kaynarca Köyü’nde yer alan Şeyh Muslihiddin
Camii’dir. Nahiye’ye adını veren bu caminin yapımı Âhi teşkilatından
Şeyh Muslihiddin tarafından XIV. yüzyılda yapılmıştır. Şeyh Muslihiddin
Camisi yapı olarak, Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi, 1767 numaralı
defterde yer alan H.902 (M.1486) tarihli Vakfiyede, Hacı Kıssahan namı
ile şöhret bulan Muslihiddin Mustafa Bin Cüneyd tarafından yapıldığı,
vakfiyede bahsedilen yapılardan biri olduğu anlaşılmaktadır. Bugün Şeyh
Muslihiddin Camisi olarak isimlendirilen yapı, vakfiyeye göre zaviyeli
bir camidir. H.1236 (1820) tarihinde Kaymaslı Mehmed Ağa’nın cami için
yaptırdığı çeşmenin kitabesindeki bilgi, yapının XIX. yüzyılın ilk
çeyreğinde tamir edildiği anlaşılmaktadır. Muhtemelen yeni caminin,
okulların, köy öğretmeninin ve imamının evlerinin bulunduğu alanlarla
birlikte, köylünün tarım alanları Kıssahan El-Hac Muslihuddin Mustafa
bin Cüneyt vakfına aittir. Şeyh Musliddin Camii etrafında mezarlık
(hazire), tarla ve dere bulunan bir arazi üzerinde yer almaktadır.
Şeyh Müslihiddin Camii ampir
motiflerle süslenmiş, kirişler arası kütüklerle doldurulmuş, kütüklerin
üzeri ince ve muntazam tahtalarla kaplanmıştır. İçten ve dıştan tamamen
ahşap olan caminin temelleri taştır. Kadınlar mahfili U şeklinde olup
cami dikdörtgen planlıdır. Caminin minaresi şimdi yarım vaziyette
durmaktadır. Ön cephede ve sağ cephede olmak üzere iki kapısı bulunuyor.
Çatısı kiremit ile örtülü vaziyette. İçinde bulunan balkon çok geniş
bir yer kaplamaktadır. Tavanı tamamen düz ahşap kaplamadır. Cami eski
bir mezarlığın içinde bulunmaktadır. Adı geçen cami yanına aynı isimle
yeni bir cami yapıldığından şu anda ibadete kapalıdır.
Yunus Paşa Camii [Taraklı-Merkez]:
Taraklı İlçe merkezi Camii Ulucami
Mahallesi’nde bulunan Yunus Paşa Camii’nin girişindeki Türkçe kitabede
1517 tarihini yer almaktadır. Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi
sırasında Vezir-i Âzamı Yunus Paşa tarafından 1517 yılında yaptırılan
Yunus Paşa Camii, kubbesi kurşun kaplı olduğundan, halk arasında
“Kurşunlu Camii” diye anılır. Camii kesme taşlardan kare bir plan
üzerine inşa edilmiştir. Camiinin ön cephesindeki üç adet eyvan dört
adet mermer sütunla desteklenmiştir. Eyvanların içi süslenmiş
vaziyettedir. Ana giriş kapısının üzerinde, Arapça olarak ayet yazısı
bulunmaktadır. Kitabede Râd Süresi 24. Ayet bulunmaktadır: “Selamün
aleyküm bima sabertüm fenime ukbeddâr. Sabrettiğinize karşılık size
selam olsun!”. Sahanlık bölümünün, sol yanından camiinin balkonuna
çıkılmaktadır. Alt kısımda 10 adet hücre biçiminde penceresi
bulunmaktadır. Bu pencerelere içten tahta kapılar takılmış. Üst
kısımlarında 8 adet üstleri kemerli süslü, renkli camlı pencereleri
vardır. Bahçesinde şadırvanı mevcut olup, camiinin sol yanında ve arka
bahçesinde mezarlar vardır. Cephe duvarları, ince yontu küfeki taşından
inşa edilmiş olup, yine küfeki taşından işlenmiş saçak kornişleri ile
sonuçlanmaktadır. Camiinin toplam arsa alanı 1.265 m² ve iç alanı 144 m²
olup, 180 kişilik kapasiteye sahiptir. Camiinin içindeki tüm hat
yazıları Taraklılı merhum hattat hafız Saim Özel tarafından yazılmıştır.
Hacı Atıf Hanı [Taraklı-Merkez]:
İpek yolu üzerinde olan ve geçmişte
kervanların konakladığı Hacı Atıf Hanı, Taraklı’da Ulucami Mahallesi’nde
bulunmaktadır. Alt katlar dükkân, üst katlar otel olarak kullanıldığı
han iki katlı ve “U” biçimindedir ve “U”nun açık kısmı kuzeye
bakmaktadır. Temeli moloz taş üzerine hımışık duvar (ahşap ve çamur
karışımı) olarak yapılmıştır. Ana giriş kapısının sağ tarafında bir, sol
yanında iki büyük penceresi yer almaktadır. Binanın üstü de ahşap çatı
olup, kiremitle örtülüdür. Sol tarafındaki bölümde, büyük bir hol
bulunmaktadır. Üzeri balkon tarzında ve revaklarla düzenlenmiş, hanın
üst katında odalar yer almaktadır. Orta bölümün üzeri yuvarlak ahşap
kemerlerle dışa açılır. Kemerler Bağdadi tekniği ile yapılmıştır. Kemer
biçimlerinden ve yapı elamanlarından, XIX. yüzyılın sonu ile XX.
yüzyılın başına tarihlenir. Hanın doğu kanadı yıkılarak dükkân
yapılmıştır. Batı kanadı ise eve dönüştürülmüştür. Üst kat odalarının
tavan ve taban döşemeleri tamamen ahşaptır. Geleneksel konut açısından
yörenin tek hanı olması yanı sıra Türk kültürünün misafir ağırlama
geleneğinin yaşatılabileceği yöredeki son mekânı olan han şu anda
kullanılamaz durumdadır. 1950-1965 yılları arasında postane olarak
kullanılmıştır. Ancak Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde de Taraklı’da bir
handan söz edilmektedir. Muhtemelen yapının ikinci kez yaklaşık olarak
günümüzden 200 yıl önce tekrar yapıldığı sanılmaktadır.
Haşim Ağa Konağı/Fenerli Ev [Taraklı]:
Taraklı Rüştiye sokağında bulunan ve
ilçe eşrafından Haşim Ağa’ya ait olması nedeniyle “Haşim Ağa Konağı”
olarak da isimlendirilen XIX. yüzyıl yapımı görkemli bina, çatısındaki
360 derece açıyla tüm ilçeyi görme imkânı veren cihannüması (feneri)
nedeniyle Sakarya’nın en ilgi çekici yapısı olma özelliğini
taşımaktadır. Halk arasında “Fenerli Ev” olarak da isimlendirilen yapı,
doğal yıpranmalar sonucunda büyük tahribat görmüştür.
Taraklı Kültürevi [Taraklı]:
Taraklı merkezinde, II. Abdülhamit
dönemi mimarisine sahip, uzun yıllar ilk ve ortaokul, bir süre de
hükümet konağı ve belediye binası olarak hizmet veren bina, ciddi bir
restorasyon sonucunda, 2000 yılından bu yana yöresel el sanatlarının
sergilendiği, kültürel programların icra edildiği bir kültürevi olarak
hizmet vermekte, ilçeye gelen yerli ve yabancı turistler tarafından da
büyük ilgi görmektedir.
Sinan Bey Zaviyesi/Elvanbey İmareti [Geyve]:
İmaret/Zaviye, Geyve İlçe merkezinde;
Konyalı Ali Kebir Caddesi üzerinde, Elvan Bey Sokak da bulunmaktadır.
Kare planlı yapının adı “Geyve Elvan Bey İmareti”dir ve Mevlana
Celalettin Rumi’nin oğlu Sultan Veled’in kızı Mutahhara Hatun’dan doğan
Çeşnigirbaşı (Aşçıbaşı) Paşacık Ağa’nın oğlu Elvan Bey (babası Sinan Bey
Fatih Sultan Mehmed döneminde) tarafından 1450/1451 yılında yaptırılan
hayır kuruluşlarındandır. Kimi kaynaklarda ise, bu yapıdan “Geyve Sinan
Bey Zaviyesi” olarak söz etmektedir. Ancak Orhan Gazi devrinde
Anadolu’yu dolaşan Arap seyyahı İbn-Batuta, Geyve’de bir zaviyede
misafir olduğunu anlattığı bölüm, bize yapının Fatih Sultan Mehmed
döneminden daha önce yapıldığını göstermektedir.
Zaviye, Başbakanlık Arşivi Genel
Müdürlüğü, Maliyeden Müdevver ‘Bektaşi Zaviyeleri Defteri’nde [1827
tarihli Osmanlı İmparatorluğu topraklarında Bektaşi Tekkelerinin tespiti
yapılan defterde] askeri kalemde yazılı olan zaviyeler bölümünde Geyve
kazasında “Sinan Baba Bektaşi Zaviyesi” olarak varak 96’da kayıtlıdır.
Haziresinde bulunan başta Hatip El-hac Ali Efendi (1128) ait “huseyni
destarlı serpuşu” (Oniki dilimli başlığı) olan mezar taş(lar)ı da,
Bektaşi tarikatının varlığının diğer bulgularıdır. Bu yapının zaviye
olduğunun bir başka kanıtı, binanın güneydoğu köşesinde yer alan
hazireye, bu dini ve toplumsal yapıda görev yapanların; Seyyid, hatip,
hafız, molla unvanlı kişilerin gömülmeleri, yani mezarlarının
bulunmasıdır.
Zaviye bir merkezi kubbe önünde daha
küçük bir tavanlı çapraz tonozdan ve kubbeli iki yan kanattan meydana
gelmektedir. Minaresi yoktur. İlk onarımı Bostancıbaşı Mustafa Ağa
tarafından 1696 yılında yapılmıştır. Aslında revaksız olan yapıya,
1746’da üç kemerli küçük bir revak eklenmiştir. Önceleri Belediye ambarı
olarak kullanılan ve 1968 yılında da Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce
onarılan yapı, halen Geyve İlçe Halk Kütüphanesi olarak
kullanılmaktadır.
Hıdır Dede Türbesi [Taraklı-Hıdır Dede Tepesi]:
XIII. yüzyılda Anadolu’da faaliyette
bulunan Baba İlyas, Hacı Bektaş-ı Veli, Emirci Sutan, Dede Garkın ve
Sarı Saltuk gibi oldukça nüfuzlu şeyhler bulunmaktaydı. Vilayetname’de
Hacı Bektaş-ı Veli ile ilişkileri Menkıbevi şekilde anlatılan Hıdır Dede
adı yer almaktadır. Yine Otman Baba menkıbenamesinde ve XV. yüzyılda
yaşamış Şeyh Muhyiddin Çelebi’nin Divan’ında adları geçen Samit Abdal ve
Hızır (Hıdır) Dede de o dönemde yaşayan dervişlerdir. Hıdır Dede’yle
ilgili söylenceler ve şiirlerde de ise Karaca Ahmet’in oğlu olduğu
belirtilmektedir. Ancak ilgili metinlerde Karaca Ahmet ve Hacı Bektaş
Veli’nin yakın dostlarından Hıdır Dede her yerde karşımıza çıkmaktadır.
Gerek Karaca Ahmet’in gerek Hıdır Dede’nin sinir hastalıklarının
tedavisinde iyi bir ruh hekimi oldukları da bazı kayıtlarda
verilmektedir ki, bu durum da bu iki ad arasındaki bağı göstermektedir.
Vilayetname’de anlatıldığına göre,
Hacı Bektaş Veli halifelerine görevlerini bildirip nasiplerini verir. On
iki hizmeti de dağıtır. Pirden nasip almak yeni bir hayatın başlangıcı,
yeni bir seferin ilk adımıdır. Görev dağıtımı sırasında huzurda
bulunmayan Hıdır Dede, Pirden kendisine bir görev verilmediğini
anlayınca mahzunlaşır. Hacı Bektaş’ın neden hüzünlenirsin ya Hıdır
deyince Hıdır Dede de “görürüm ki bana verilecek hizmet kalmamış ona
üzülürüm” deyince Hacı Bektaş Veli gam çekme ya Hıdır. Sen bütün
ocakların başısın. Benden düşen, eli kaypan sana gele. Ancak senden eli
kaypanın da, dergâhında derdine derman olmaya” der. Karaca Ahmet
Sultan’a ait türbenin Pamukova Paşalar Köyü’nde olması ve Vilayetname’de
yer alan diğer eren ve evliyaların yakın coğrafya da yer almasından
dolayı Taraklı Hıdır Tepe de yer alan bu kişinin Hızır/Hıdır Dede
olmasını kuvvetlendirmektedir.
Hıdır Dede Türbesi başta Taraklı halkı
olmak üzere ziyaret edilmekte ve her yıl Haziran ayının ilk hafta sonu
“Hayır Pilavı Şenlikleri” büyük bir katılım ile bu türbenin etrafında
yapılmaktadır. Mevsimin kurak geçmemesi, bereketin bol olması ve diğer
pek çok dileğin olması amacıyla adak ve kurban adanan bir türbedir.
Karaca Ahmet Sultan Türbesi [Pamukova-Paşalar Köyü]:
Pamukova-Paşalar Köyü, E-25 karayoluna
3 km. uzaklıkta, tarihi Paşalar Kalesi’nin güney eteğinde kurulur.
Karaca Ahmet Sultan Türbesi ise, Paşalar Köyü hudutları içinde bulunan
köy camii ile bitişik bir türbedir. Türbenin, Osmanlı İmparatorluğu
padişahlarından I.Murat döneminde vezir-i azamlık ve kazaskerlik
görevini yürüten Çandarlı (Cendereli) Kara Halil Hayrettin Paşa’nın
himayesindeki Akhisar (Pamukova) ilçesinde yaşadığı ve büyük bir evliya
olduğu rivayet edilir. Karaca Ahmet Sultan’ın ismindeki “Karaca”
simgesini geyiklerle kurduğu insanüstü ilişkiler ve onlarla konuşması
rivayet edilerek bu ismi aldığı ve bu gibi birçok kerameti olduğu yöre
halkı tarafından anlatılmaktadır. Karaca Ahmet Sultan’ın gösterdiği
kerametler üzerine Hayrettin Paşa himayesi altındaki Paşalar Köyü
arazisini Karaca Ahmet Sultan’a vakf eder. Ayrıca türbe ile ilgili
yazılı olan Sened-i Hakani belgelerinden de bu arazinin bir vakıf
arazisi olduğu doğrulanmaktadır. Şu anda köy tüzel kişiliğine ait bir
arazi üzerinde bulunan türbede Karaca Ahmet Sultan, eşi ve üç çocuğuna
ait olmak üzere toplam beş adet mezar bulunmaktadır. 1925 yılında Tekke
ve zaviyelerle ilgili kanunun çıkmasından sonra, türbeye ait örtülerin
ve yazmaların nahiye müdürüne teslim edilir ve bu emanetlerin İzmit
Müzesi’ne götürülür. Yine Karaca Ahmet Türbesi’nin içinde bulunan geyik
boynuzlarının 20-25 yıl önce kaybolduğunu söylense de, Müze görevlileri
tarafından tescil işleminin yapıldığı 1993 yılına ait çekilen
fotoğraflarda geyik boynuzu açıkça görülmektedir.
Karıncalı Dede Türbesi [Arifiye-Adliye Köyü]:
Adapazarı'nı Bilecik'e bağlayan E-25
Karayolunun Adliye Köyü mevkiinde yüksek bir kayanın üzerinde bulunan
türbe adını, karıncalarla insan üstü ilişkiler kuran ve onlarla adeta
konuşan bir Türkmen ermişinden aldığı söylenmektedir. Rivayete göre
çevreye zarar veren karıncaları da, onlarla konuşan ikna eden mübarek
zat, karıncaları yanına toplamakta ve birlikte bir hayat sürmektedir.
Hayatını adeta karıncalarla birlikte geçiren Türkmen ermişine, vasiyeti
üzerine vefatında sonra söz konusu kayanın üzerinde mezar yapılmış olup,
burası zamanla “Karıncalı Dede Türbesi”ne dönüşmüştür.
Orhangazi Zaviyesi [Geyve-Mekece]:
Geyve Mekece beldesinde II. Osmanlı
padişahı Orhan Gazi tarafında 1324 yılında yaptırılan zaviye, fakir
halkın ve yolcuların bedava yiyip içmesi gibi sosyal amaçla inşa
edilmiştir. Zaviye diğer yandan bölgenin Orhan Gazi'nin padişahlığının
ilk yıllarında fethedildiğinin göstergesidir. Orhan Gazinin bir tuğrası
da bulunan zaviyeden, maalesef günümüze fazla bir şey kalamamıştır.
Samanpazarı Çınarı [Akyazı-Samanpazarı Köyü]:
Akyazı'nın Samanpazarı Köyü’ndeki anıt
ağaç, beş asırlık bir çınar olarak, bölgedeki Müslüman-Türk
yerleşiminin nişanesi olarak hayatını sürdürmektedir.
Yusufbey Çınarı [Taraklı-Yusufbey Mahallesi]:
Taraklı'nın Yusufbey mahallesinde
bulunan 7 asırlık çınar, muhtemeldir ki 1291-1292 yıllarında ilçeyi
Osmanlı topraklarına katan akıncılarının fetih nişanesi olarak diktiği
bir eser olarak günümüze kadar hayatını sürdürmüştür.
Taşoluk Çeşmesi [Kaynarca-Taşoluk Köyü]:
Kaynarca ilçesi Taşoluk Köyü’nde
bulunan tahminen 250 yıllık tarihi çeşme halen kullanılır vaziyettedir.
Kare planlı olan çeşmenin kitabesinden Hacı Şakir Ağa’nın hayratı olduğu
anlaşılmaktadır. Suyu böbrek ve mide hastalıklarına şifalı olduğu
söylenen çeşmenin iki oluğu bulunmaktadır.
Harmantepe Kalesi [Adapazarı-Harmantepe Köyü]:
Adapazarı Harmantepe Köyü’nün
kuzeyinde kalan Harmantepe Kalesi küçük doğal bir tepecik üzerine
kurulmuştur. Etrafı sulak ve bataklık alan iken her iki yanından daha
sonra geçirilen kanallar sayesinde verimli tarım alanlarına
dönüştürülmüştür. Kaleye ulaşabilmek için Küçük Söğütlü’den Akçakamış
köyüne giden yoldan sol tarafa ayrılan tarla yoluna sapmak gerekir.
Yağmurlu havalarda ulaşım biraz güç olmaktadır. Harmantepe Kalesi,
Bizans’ın doğu sınırını korumak amacıyla XII. veya XIII. yüzyılda
yapılmış, Sakarya Nehrinin batı yakası boyunca birbirini gören ileri
karakol ve gözetleme kuleleri niteliği taşıyan savunma yapılarından
biridir. Adapazarı, Harmantepe Köyü 2 pafta, 564 parsel üzerinde yer
alan kale, Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun
18.04.1992/2404 sayılı kararı ile korunması gerekli kültür varlığı
olarak tescil edilmiştir. Aşağı Sakarya havzasında bulunan kaleler
arasında günümüze en sağlam şekliyle ulaşabilmiş kalelerden biridir.
Elips şeklinde yuvarlık planlı olan kale yöresel taşlarla yapılmıştır.
Sur duvarlarının kalınlığı 2 m. yüksekliği 8-10 m. arasında
değişmektedir. Ortalama 5 x 5 m. ebatlarında 6 adet burç bulunmaktadır.
Burçların alt taraf iç kısmında, moloz taş ve kireç harçla yapılan dolgu
malzemesi içerisine bağlantıyı sağlamak amacıyla ahşap kalasların
ızgara biçiminde yerleştirildiği tespit edilmiştir. Zamanla bu
kalasların çürümesi sonucu kalas yerleri yuvarlak delikler şeklinde
görülmektedir. Burçların üst kısmında değişik yönlere bakan mazgal
delikleri bulunmaktadır. Kalenin ana giriş kapısı güneyde olmak üzere
farklı yönlerde ve değişik ebatlarda 5 adet yuvarlak kemerli girişi
vardır. Kapıları içten kapatmaya yarayan ahşap sürgülerin sur duvarı
içerisine doğru sürüldüğü delikler mevcuttur. Kapıların kemer kısımları
burç ve sur duvarlarının bazı kısımları doğal tahribat sonucu yıkılmış
olmakla beraber önemli bir bölümü korunmuş olan kale plan verebilecek
durumdadır. Kale içerisi bitki ve ağaçlarla kaplıdır. Gerek mimarı
gerekse taş işçiliği yönünden, bölgemizdeki diğer kalelerle benzer
özellikler taşımaktadır. Bu nitelikleri ile Bizans dönemi yapısı olduğu
anlaşılmaktadır.
Paşalar Kalesi [Geyve-Mekece]:
Geyve’den Mekece’ye kadar uzanan
Pamukova ve Geyve ovalarını adeta kuşbakışı gören Paşalar Kalesinin
yapım tekniği ve sur duvarlarında kullanılan geç Roma dönemi mezar
stelleri ile mimari parçaların devşirme malzeme olarak kullanılmış
olması Bizans dönemi yapısı olduğunu göstermektedir. Kuzey ve Güney
taraf sur duvarlarının farklı teknikte yapılmış olması Erken Bizans
döneminde yapılan kalenin daha sonra tahrip olması sonucu Geç Bizans
döneminde, yıkılan kısımların yeniden inşa edildiğini göstermektedir.
Sakarya İli Pamukova İlçesi Paşalar Köyünün kuzey tarafında bulunan sarp
bir tepe üzerine kurulmuştur. Önündeki ovaya hâkim konumda olan bu
kaleye Paşalar Köyünden yokuş yukarı tırmanarak, bir saatlik yaya
yolculuğu sonucu çıkılabileceği gibi, Karapınar-Kadıköy-Bakacak Köyleri
istikametinde giden yoldan sola ayrılarak ormanlık ve taşlık bayırdan
yaya yürüyüşle de ulaşılabilir. Kaletepe diye bilinen bu mevkinin
coğrafi yapısına uygun olarak ana kaya üzerine oturtulan sur duvarları
tepenin etrafını dairesel olarak çevrelemektedir. Surun 2/3’lük kısmı
tamamen tahrip olmuştur. Kuzey ve kuzeybatı tarafta bulunan sur
duvarları iri kesme taşlarla yapılmış, taş sıraları arasında tuğla
sıraları mevcuttur. Bu duvar üzerinde bulunan Geç Roma dönemi mezar
stelleri, sunak parçaları, sütun ve sütun kaideleri ile mimari parçalar
devşirme malzeme olarak kullanılmıştır. Sağlam olarak günümüze
ulaşabilen kısmın sur duvarı boyunca yaklaşık 9-10 m. aralıklarla yer
alan üç adet üçgenimsi çıkıntı vardır. Bu çıkıntıların en kuzeyde
bulunanı üzerinde içerisi beşgen şekilli odacık kalıntısı yer almakta
olup, yan duvarlarının mimari yapısından üstünün tonoz veya kubbe ile
kapatılmış olduğu anlaşılmaktadır. Güney taraftaki sur duvarları ise
farklı yapıdadır. Dış yüzeyleri kabaca düzeltilmiş küçük boyutlu 7-8
sıra taş duvar üzerine tuğla sıraları ile örülmüş bir sur yapısına
sahiptir. Güneybatı tarafta taş duvar üzerine tuğla ile inşa edilmiş
yuvarlak kemerli giriş bulunmaktadır. Güney tarafa doğru doğal eğimi
bulunan kale içerisinde yer yer mimari kalıntılar, kısmen tahrip olmuş
tuğla ile yapılmış kemer ve tonozlar bulunmaktadır. Bu yapıların
mahiyetini tespit edebilmek için kazı yapılması gerekmektedir. Kale
içerisinde defineciler tarafından yapılan çok sayıda kaçak kazı çukuru
mevcuttur. Gerek sur duvarlarında ve gerekse mimari kalıntılarda kaçak
define avcılarının yapmış olduğu tahribat bir hayli büyüktür.
Kırktepe Tümülüsü [Kaynarca-Kırktepe Köyü]:
Kaynarca'nın Kırktepe Köyü yakınındaki
kırk adet tepeden oluşan tümülüsler, bölgede Hıristiyanlık öncesi hayat
ile ilgili bilgiler vermektedir. Geçen asırlar içinde çiftçilerin
tarımsal faaliyetlerinin ve doğal şartların sonucu söz konusu kırk adet
tümülüs, neredeyse doğal coğrafya içerisinde belirsiz hale gelmiş
bulunmaktadır. Kültür ve Turizm Bakanlığının resmen kazı yapamadığı
tümülüslerde, çiftçilerin resmi makamlara teslim ettiği lahit mezar
kapakları ve gözyaşı şişeleri vs. bakıldığında MÖ. I. yüzyıl ve MS. I.
yüzyılda bölgede yaşayan Bithynlere ait olduğu sanılmaktadır.
Küçücek Tümülüsü [Akyazı-Küçücek Köyü]:
Akyazı'ya 7 km. mesafedeki Küçücek
Köyü’nde bulunan tümülüsün Roma dönemine ait olduğu sanılmaktadır.
Küçücek tümülüsünde yapılan kazılar sonucunda kandiller, kulplu
testiler, gözyaşı ve koku şişelerine rastlanmış, ayrıca altın diadem
parçaları ve sikkeler bulunmuştur. Sikkeye göre MS. II. yüzyılla
tarihlendirilen tümülüsün, tonozlu mezar odası ve dramostan (geçit)
oluşmasına bakılarak ise daha erken döneme ait olabileceği
düşünülmektedir.
Teketaban Tümülüsü [Karapürçek-Teketaban Köyü]:
Karapürçek'e bağlı Teketaban Köyü,
Karadağ eteklerinin ovayla birleştiği bir coğrafyada yer almaktadır.
Sakarya Müzesince Teketaban Köyiçi mevkiinde yapılan kurtarma kazısı
sırasında 40 m. çapında 8 m. yüksekliğinde bir alana ulaşılmıştır.
Yapılan kazıda mezar tabanı ve ahşap kalas izleri ortaya çıkarılmıştır.
Semerdam çatılı mezar odası, 3 m. boyunda 2 m. yüksekliğinde ve 1,14 m
genişliğindedir. Gümüş koku kabının mezar dışında bulunması, tümülüste
kaçak kazı yapıldığını gösterdiğinden, zaman tahmini yapılmasını
zorlaştırmaktaysa da, mezar yapısında ahşap kullanılması Phrygia
tümülüslerini çağrıştırmaktadır.
Tersiye Tümülüsü [Erenler-Küçükesence (Tersiye) Köyü]:
Erenler İlçesi Küçükesence (Tersiye)
Köyü Tepecik mevkiinde tarla sürülürken ortaya çıkan tümülüs, ovadan 3-4
m. yüksekliktedir. Dikdörtgen şeklinde mezar odası bulunan Tümülüs,
mahalli kalkerden yapılmış olup, üzeri tonozla örtülüdür. Bir gümüş
urna, iki gümüş kupa, iki kulpsuz kandil, altı adet pişmiş toprak koku
şişesi ve beş adet laginus tipi testi ele geçirilmiş olup, ele geçirilen
eserler, kullanılan malzeme ve mimariye bakılarak tümülüs MÖ. I.
yüzyıla tarihlendirilmiştir.Sakarya İli Tarihi Ve Eserleri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder